Ya evde çoksan…?
Evdekilere neler oluyor? Çiftler, eşler, ebeveynler, çocuklar, ergenler, gençler, yaşlılar… Herkes evde.
Peki, bu bir ev hapsi mi, ev tatili mi? Hane halkı birbirine nasıl davranıyor, davranmalı?
Evde kalamayıp çalışmak zorunda olanlar nasıl?
Aile ilişkileri dönüşüme mi uğruyor?
Belirsizlik ilişkilere nasıl yansıyor?
Önleyici olacak öneriler neler?
Aile Danışmanı ve Çift Terapisti Psikolog Kardeniz Türkmen zihinleri meşgul eden soruları yanıtladı.
***
Merhaba, sosyal mesafelendirmenin sosyal dayanışmaya engel olamayacağını düşünüyoruz. Ortak akılla, bizi kırmayıp insanlara fayda sağlayacak bu e-röportaja katkınız için teşekkür ederiz.
Merhaba, dünyanın içinde bulunduğu pandemi ve buna bağlı önleyici tedbir sürecinde sosyal yaşantının devamlılığı üzerine bu tip(e-röportaj) bir uygulama adına öncelikle emek ve duyarlılığınız için size saygı duyduğumu belirtmek isterim. Bu platformda bana da yer verdiğiniz için ayrıca ben teşekkür ederim.
Normal koşullarda ailelerle ve çiftlerle bir araya geliyor ve farklı çalışmalar yapıyorsunuz. Dünyanın girdiği bu yeni dönem konusunda neler söylersiniz?
Tüm dünyada zor bir dönemden geçtiğimiz herkesçe onaylanacaktır sanırım. Buna yeni bir dönem demek tartışılır elbette ancak öyle görülüyor ki bir müddet daha sosyal mesafelendirme sürecini yaşamak durumundayız. Elbette bu ani değişim duygusal yaşantımızı ve partnerimizle olan ilişkimizi etkileyecektir.
Bu bir kültürel/toplumsal dönüşüm mü yoksa her şey eskisi gibi olacak mı? Dünyada bir örneği var mı?
Elbette bir epidemiyolog değilim; bununla birlikte tarihte yakın yüzyıl için pandemi süreçlerine tanıklık ettik. Bunlardan biri olan HIV (Aids Virüsü) çok yakın tarihlerde (1976’da kendisini göstermiş ve 1981’den bu yana 30milyona yakın can almıştır) özellikle duygusal ve cinsel ilişkileri etkilemiştir.
Bu etkilenme; dünyada 1968’lerde başlayan ve devrim diye nitelendirilebilecek “cinsel özgülrük” sloganıyla, özellikle Avrupa’da bireyin değişen yaşantı ve ihtiyaçları doğrultusunda aile kurumunun yeniden inşası için de dolaylı yoldan gerekçe sayılabilir. Cinsel özgürlük rüzgarını Türkiye adına çok daha ileri tarihlerde, 1990’lar itibariyle soluduğumuzu, bununla birlikte özellikle 2000’lerle beraber evlilik kurumuna talep veya hali hazırda evli olanların evliliklerini sürdürmekte sayıca düşüş yaşandığını söyleyebilirim.
Avrupa’nın evlilikteki geleneksel formu revize ederek, evliliği bireyin yaşadığı dönem nezdinde ihtiyaç duyulana uygun hale getirdiğini söyleyebiliriz. Nitekim bizde de 2000’ler sonrasında yaşanan, evlenmek veya evliliği sürdürmek adına gerçekleşen krizleri bu tip bir dönüşüm üzerine yormak mümkün.
Şuan içinde bulunduğumuz “Sosyal Mesafelendirme” dolaylı evden mümkün olduğunca az dışarı çıkma süreci bu dönüşümü için turnusol niteliği taşımaktadır.
Bu değişim şu anda evlere nasıl yansıyor, ilişkilerde çözülmemi aksine onarım mı söz konusu? Nasıl örneklerle karşı karşıyasınız?
Bir önceki sorunuzda evlilik kurumunun dönemsel değişimini kısa dahi olsa aktarmaya çalıştım ve mümkün olduğunca evde vakit geçirmenin çiftler adına turnusol olacağından bahsettim. Nedir bu turnusol olma durumu?
2000’ler sonrası evlilik kurumu Türkiye’de de revize oldu (belki hali hazırda tamamlanmasa dahi). Çok değil otuz yıl öncesine kadar bir kişinin cinsel deneyim yaşaması, partneriyle rahatça tatile çıkabilmesi, köken ailesinden ayrılarak başka bir ev kurması için evlenmesi gerekmekteydi. Şu yüzyılda bunlar artık evlilik kurumunun karşıladığı ihtiyaçlar olmaktan çıktı. Bununla birlikte evlilik kurumu varlığını hala sürdürmekte. Peki hangi ihtiyacı karşılamak üzerine? (İhtiyaçlar konusu önemli çünkü evliliğe “kurum” denmesinin sebebi de buradan ileri gelmektedir. Herhangi bir kuruma ihtiyacınızı karşılamak üzerine gidersiniz. Kurum ihtiyacınızı karşılamıyorsa, oradan ayrılırsınız)
Mesleki tecrübelerime de dayanarak söyleyebilirim ki evliliğin kurumsal atfı şu dönemde çocuk üzerinden sağlanmakta. Özellikle genç nesil evlilik kurumunu çocuk sahibi olmak üzerinden tarif ediyor. Evliliği sürdürme iddiasında olan kişiler için de yine çocuk faktörü kurumun devamlılığı için önem arz ediyor. Hal böyle olunca evlilik içi roller de belirlenmiş oluyor. Evli kişilerin birbirlerine çokça “Nil’in babası, Alp’in annesi” gibi terimler kullandığını ve partnerlerinin isimlerinin sonuna “Bey, Hanımefendi” gibi formel deyimler eklediklerini görüyoruz. Bu durum belki de şu ana kadar işlevseldi. Fakat içinde bulunduğumuz sosyal mesafelendirme dolaylı evde beraber vakit geçirme süreci çiftlerin tekrar birbirlerine döneceği, kendilerini ve ilişkilerini sorgulayacağı yakın teması da beraberinde getirdi. İşte bu yoğun vakit geçirme durumu ilişkilerin turnusolü oldu.
Sorunuzda belirttiğiniz çözülme mi yoksa onarım mı ifadesine nicel bir araştırma yapmadığım için kesin bir yanıt veremem. Bununla birlikte her iki durum da geçerli olabilir. Kimi çiftler için bu yakınlık Alp’in annesini yeniden “eşim, hayatım, sevgilim” yapabilir; kimi çiftler içinse yakınlık üzerine yaşanan sorgulama çözülmeyle sonuçlanacaktır. Çiftler bu dönemi; ilişkiyi gözden geçirme, olası noksanlıkları fark etme ve mümkünse nasıl onaracaklarına dair beraber hareket edebilirler. Pandemi kontrol altına alındıktan sonra ise fark ettikleri ve üzerinde düşündükleri noktalar için gerekli gördükleri takdirde çift terapisine giderek profesyonel destek de sağlayabilirler.
Çiftler; eşler; tek ebeveynli, çekirdek ve geniş aileler; çalışmak zorunda olanlar, çalışamayanlar bu değişimi nasıl yönetmeli?
Sorunuz oldukça geniş bir soru fakat belki de her kesim için şunları söyleyebilirim:
Öncelikle virüs salgınları ilk defa yaşadığımız ve etkisinden kurtulamadığımız biyolojik olaylar değiller. Bununla birlikte ister istemez toplumda panik hali söz konusu. Bu panik halini arttıran en önemli unsur belki de sosyal medya, desteksiz fikir ve bilgi akışı.
Sosyal medyaya bilgi almak adına mümkün olduğunca az girilmeli.
Sağlık Bakanlığı’nın önleyici tedbir amaçlı yayınladığı bültene uygun hareket edilerek (hijyen kuralları) sosyal mesafelendirme uygulanmalı ancak sosyal mesafelendirme asosyallik veya sosyal izolasyon olarak algılanmamalı. Sosyal ilişkilere telefon veya görüntülü konuşma gibi unsurlar kullanılarak devam edilmeli hatta sıklığı arttırılmalı.
Kendinizi tehdit altında hissedeceğiniz -salgın adına- komplo teorilerinden uzak durulmalı.
Uyku düzenine ve beslenme şekillerine dikkat edilerek, mesafelendirme öncesi işleyişin bozulmamasına özen gösterilmeli (Yatma ve kalkma saatleri, yemek tercihleri ve miktarları).
Peki son olarak ya evin diğer üyeleri: Çocuklar, ergenler, gençler, yaşlılar… birbirleriyle ilişkileri için ne söylersiniz…? Şu günlerde birbirlerine nasıl davranıyorlar, bundan sonra nasıl davranmalılar?
Çocukların ev yaşantısındaki deneyimlerini ebeveynlerinin tutumları belirliyor. En azından 8 yaşına kadar bir çocuğun psikolojik sağlamlığı ve iletişim tarzı çevresindeki yetişkinler üzerinden gelişim gösterir; daha sonrasında ise bu referans üzerine yaşamındaki diğer deneyimlerle şekillenir. Şu süreçte ebeveynler ne kadar kaygılı/gergin…vb.ise evin içindeki çocuk da bir o kadar kaygılı veya gergindir (sağlıksız bir ebeveyn ilişkisi kurulmamış ve çocuk ebeveynin haricinde yaşamla başa çıkma yolları geliştirmemişse…) Bu yüzden gerek tek ebeveynli aileler, gerekse çift ebeveynler için çocukları adına alacakları en önemli sorumluluk ve tedbir kendi ruhsal ve duygusal durumlarını sağlıklı tutmaktır.
Bireyin ergenlikte ebeveyniyle sürdürdüğü ilişki çok daha kompleks ve ebeveyn tarafından anlaşılmaya elzemdir. Bu süreçte bağımsızlaşma arzusu ve mecburiyeti olan ergenlik dönemindeki birey için ev yaşamı ve sosyal sınırlamalar kendisini zorlayabilir. Bu zorlanma kısmi çatışmalara gebedir. Ev içerisinde yaşanacak olası ve ebeveyne kalırsa nedensiz sürtüşmelerde anne veya baba fevri bir tutum takınmak yerine, “Bayağıdır arkadaşlarınla görüşmedin, tahmin ediyorum canın sıkılıyordur. / Okulu özlemişsindir..? / Yakın arkadaşın neler yapıyormuş?” gibi empatik ve kişiye özel sorularla gencin kendisini önemsendiğini fark ettirecek, samimi bir konuşma başlatılabilir.
Yaş almış kişiler nezdinde bu süreç melankolizmi doğurabilir. Ölümü bir ihtimal olarak en yalın haliyle kabul etmeye çalışan yaşça ileri kişiler için televizyonda ölüm haberlerini almak ve özellikle “yaşlı nüfusu etkiliyor” manşetleriyle dolu bir gündem, hali hazırda kaygı verici krizin ruhsal sarsıntılarını çok daha derin ve bir o kadar gerçekçi yaşatmış oluyor. Gerçekçi diyorum çünkü pandemi üzerine özellikle genç ve genç yetişkinlerin kaygıyı azaltmak için kullandığı savunma mekanizması, “Ben ölmem. Ben taşıyıcı olurum zaten. Ben ayakta atlatırım da…” gibi ifadelerde kendini gösteriyor; bununla birlikte virüsün tehdit ettiği en net değişken olarak, nicel ve nitel bütün verilerin referansıyla, yaşın ilerlemiş olması veya kronik bir rahatsızlığın olup olmaması üzerinden açıklanıyor. Hal böyle olunca elbette melankolizmin “Her ölüm erken ölümdür.” cümlesini omuzlarına bir apolet gibi taktığı kesim, yaş almış kişiler oluyor.
Bu süreçte yaşça ileri aile üyeleriyle iletişimde özellikle onları kaygılandıran veya hüzünlendiren sorgulamalarda onları yalnız bırakmamak, düşündüklerini ifade edebilecek sohbetler açmak önemli. Kişilerin pandemiyle ilgili soru işaretlerini giderecek bilgiler sunmak ve düşüncelerini almak ruh sağlığını koruyucu önlemlerdendir. Ayrıca kendilerinden anlatmaları adına anılar istemek melankoli veya stres atmosferini kıracaktır. İnsan hangi dönemde olursa olsun, varlık sorgulaması sırasında “Ben kimim veya ne olacağım?” gibi cevapsız soruları “Ben kimdim? veya Neler yaşadım?” sorusuna cevap vererek karşılar. Nereye gideceğimizi bilemediğimiz anda nereden geldiğimize bakarak o anda nerede olduğumuzu anlayabilir, rahatlayabiliriz. Buna “Kendini Tarihlendirme Süreci” denir ve ben’in flulaştığı yerde en büyük destekçimizdir.
***
Destekleri; bilgilendirici, ufuk açıcı paylaşımları; ayrıca bu röportajla sosyal sorumluluğun paydaşı olarak bizlere nazikçe memnuniyetini ilettiği için değerli Psikolog Kardeniz Türkmen’e teşekkürlerimizle…
Kardeniz Türkmen Kimdir?
Lisans eğitimini İzmir’de alan ve eğitim süresi içerisinde 9 Eylül Üniversitesi Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ile Nöropsikoloji birimlerinde zorunlu stajlarını tamamlayan Psk. Kardeniz Türkmen; eğitim süresi boyunca akademik işleyiş gereği Bilişsel Davranışçı Terapi ekolünden beslendi. Bununla birlikte oturumlarında Rogerian Yaklaşımı benimsemektedir.
Mersin Üniversitesi’nde meslek hayatına başlayan Türkmen, lisansüstü eğitimini aile ve çift üzerine yaptı. Lisansüstü eğitiminde ‘ayrılık ve yas’ konusunu çalıştı.
Dr. Daloğlu eşliğinde Yaygın Anksiyete Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Kişilik Örgütlenmeleri üzerine hasta/danışan kabul etti, etmeye devam ediyor.
Yetişkin alanlarının yanı sıra; TPD’den Özgül Öğrenme Güçlüğü Tanılama ve Değerlendirme eğitimi, İstanbul Üniversitesi’nden çocuk ve ergenlere uygulanan CAS Testi (Bilişsel Değerlendirme Sistemi) ve bu değerlendirmenin sonucu doğrultusunda çalışılan PASS Müdahale Programı yetkinlik diplomasını edindi. Aldığı ehliyet üzerine öğrenme güçlüğü ve akademik eksiklik adına tanı ve müdahale çalışmalarını sürdürmektedir.
Psikoloji alanında seminer ve eğitimler de veren Psk. Kardeniz Türkmen, TPD (Türk Psikologlar Derneği) üyesidir.
Mehmet Bar