Müziği için kendisine çırak diyerek mütavaziliği konusunda da ustalığını gösteren arkadaşım Özgür’ün çok kıymetli hocası Anıl Akbulut ile ‘yan flüt, öğrencilik ve meslek seçimi’ üzerine değerli sohbetilerinden bir kesit okuyoruz.
Teşekkürler, sevgi ve saygı ile.
Bir Usta-Çırak Diyaloğu: Yan Flüt Üzerine
Flüt ve müzik hakkında bir şeyler yazmayalı öyle uzun zaman olmuş ki. Mehmet Bar Hocamızın güzel daveti üzerine eskiyi yad etme fırsatı doğmuş oldu bana da. Kendisi ile 4-5 yıl kadar evvel Ankara’da bir özel güzel sanatlar lisesinde öğretmenlik yapmaktayken tanışmıştık. Bazı teneffüsler kısa sohbetler etme şansı bulur, 10 dakikalık ara içinde tazelenir ve tekrar derslere, öğrencilerimize koşardık. Mehmet Hocanın felsefe derslerini kaçırdığım için pek bir üzülürdüm. Yazıyı yazmamı istediğinde bana flütü, flütle hayatı öğreten ustamı konuk etmemek olmazdı. Faydalı ve kalıcı olan her şeyin, eskinin tecrübesinden, yeninin ise tazeliğinden ve enerjisinden beslendiği kanaatindeyim.
Bize açtığınız alan için de ayrıca teşekkür ederim. Flüt ile olan yolculuğumda bana kendimin ve flüt çalma pratiklerinin altın anahtarını veren sevgili öğretmenim, ustam, arkadaşım, dostum Anıl Akbulut’a ve bu anahtarı paslanmadan taşımama vesile olan, çalışma fırsatı bulduğum çok değerli öğretmenlerim; Georgi Spassov, Elena Cecconi, Lidya Oşavkova, Ender Elagözlü, Cem Önertürk, Amra Sağbaş, Ayla Uludere ve Arife Gülşen Tatu’ya teşekkür ederim.
Yan Flüte 9 yaşında Yunan mitolojisindeki Pan’ın efsanesine duyduğum hayranlık vesilesi ile başladım. Bir de TRT kanalında ünlü pan flüt sanatçısı Zamfir’in konserini izleyince, konser biter bitmez fırlamıştım evden. Okula giderken dikkatimi çeken bir müzik mağazasına… Çalgıyı bulsam öğretecek kişi bulamayacağımı söyleyip, gözlerimi kamaştıran o 3 parça boruyu göstermiş, fiyatını da bir kağıda yazıp uğurlamışlardı nazikçe. Bir kaç hafta sonrasında “Mutsuz değilim ki neden ağlıyorum?” cümlesini sarf ettim… Sevgili annemin hayatımda uzun bir yol açan o güzel sürprizi ile hayatımı üflemeye başladım. Sonrası güzel sanatlar lisesi, üniversite ve tamamlanmamış yüksek lisans eğitimleri… Son bir yıldır ses işçiliğindeki terbiyemi başka bir disiplin alanına aktararak yeni bir kariyer çizme yoluna girdim. Bu yazıyı hazırlarken usta ve çırak ilişkimizin 14. Yılını kutladık sevgili Anıl Hocam ile… Uzun sohbetlerimizi bir yayına dönüştürmek uzunca zamandır aklımızdaydı… Esasen törpülemeden, yalın ve akışta olduğu gibi aktarmak niyetindeyiz. Fakat bu yazı için röportaj niteliğinde bir sohbet yapmak ve törpülemek gerekti. Keyif almanız dileğiyle.
Yıl 2007, Anıl Hoca Akdeniz Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda flüt öğretmeni, aynı zamanda da GSF Müzik bölümünde görev yapmaktaydı. 2007 yılında konservatuvarda lisans devresi, GSF de ise flüt öğretmeni yoktu. Bu vesileyle çarpıştık.
Ö.: Hocam herkes okuyacak seviyeli konuşmamız lazım… gerçi bizim seviyemiz hep seviyesizliğimizden doğmadı mı ne dersiniz?
A.: Seviyemizde bir sorun yok, belki en yüksek seviye bir sonraki seviyenin en alçak seviyesidir bilmiyoruz… Belki de o kadar yükseldik ki bir sonrakine geçtik…
Ö.: Sizinle ilgili ilginç detayları fırsat bulmuşken kurcalamak istiyorum. Birebir eğitimde sizden öğrendiğim en önemli hususlardan birisi yaş ve cinsiyet göz etmemek gerektiği, cinsiyetsizlik kavramını iyi benimsemiş olmak gerektiğidir. Fakat en dikkat çekici olanın flütü flüt dışında birçok disiplin üzerinden kurduğunuz metaforlarla, hatta bazen hiç flüte dokundurmadan öğretmeniz. Bunun temelinde aslında sizin konservatuvar eğitiminizin evveliyatı yatmakta, yanılıyor muyum?
A.: Ortaokuldan sonra İstanbul Kız Lisesi fen bölümünde okudum… Aslında Lisede edebiyat-sözel bölüme yatkınlığım olmasına rağmen tırnak içinde Türkiye’deki şu meşhur sayısalcı egosundan nasibimi aldım. Mühendisler… Doktorlar… Kimse sözelci olmak istemiyordu o dönemde. O yüzden ikiz kardeşim ve ben kimse bize “aptal” demesin diye daha doğrusu çaptan düşmeyelim diye fen bölümünü seçtik. Aynı zamanda İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda yarı zamanlı lise öğrencisiydik. Özel ders eğitimi almadan herhangi bir müzik kursuna girmeden okul çalgılarımız olan mandolin ve blok flüt ile sınava girerek okula girmeye hak kazanmıştık.
Ö.: Hap bilgiye değil de içinizdeki cevhere bakılan dönemlermiş. Peki günümüzdeki “yetenek avcısı” müzik kursları o zamanlar nasıl iş yapmaktaydı?
A.: Yoktu ki…
Ö.: Ayda 4 ders keman artı kılıf hediye Samanyolu çalma garantili kurslardan mahrum muydunuz?
A.: Öyle bir şey yoktu, insanların yetenekleri doğal olarak ortaya çıkıyordu… Yani altın parlar ya hani… O zamanlar olmayanı parlatmaya çalışmıyorlardı… Ben ve kardeşimden bahsedecek olursak okul çalgısı olan mandolin ve blok flütte yaptıklarımız ile kendimizi ele vermiştik.
Ö.: Eğitim yaklaşımınızdan bahsedebilir misiniz…
A.: Ben her zaman bütün öğrencilerimin ne düzeyde çalarsa çalsınlar güzel bir şey yaptıklarını düşündüm. Bir insanın bir çalgıya başlamış olması hatta sadece elinde tutmuş olması bile çok büyük kazançtır. Öğrencinin aradaki atıllıklarını da revize etmek için ordayız. Flüt ile ilgili geçmiş tecrübelerini asla yok saymadım ve saygı duydum. Önce bir kenara koydurup kendi öğretim tekniğimle başlattım fakat eğitimci olarak bu tecrübeler arasında köprü görevi de görmemiz gerekir. Ben hiçbir bilgiyi atmıyorum, önce kendi bildiğim üzerinden temiz bir sayfa açıyorum ama ondan sonra o kenarda ki bilgileri de kullanıyorum.
Ö.: Her zaman çok özveriliydiniz. Kulağımda hep tınlayan bir sözünüz var “Flüt çalabilmek ve bunun iyiye faydasını görmek için önce insanlığınıza, sonra flütünüze yatırım yapın.”
Fakat bunu söylemekten öte o kıvama zaten bizi getiriyordunuz. Kendimizi çok önemli zannettiğimizde egomuzu dengeye oturtuyor, özgüvenimizi kaybettiğimizde içimizdeki savaşçıyı ortaya çıkartıyordunuz. Fazlanın da ötesinde, tamamen gönüllü olarak sabah akşam ders yapardınız. Üstünüze vazife değilken bile oda müziği çalışmaları yürütürdünüz, hatta teknik anlamda da vazifeniz değilken fakülte için çalışırdınız. Kadronuz konservatuvarda olmasına rağmen. Sizi çok sever yeri geldiğinde karşınızda titrer ve otoritenizden şüphe etmezdik.
A.: Aslında buradaki olay şu, her eğitimde usta çırak ilişkisi vardır. Hiçbir çırak hiçbir ustaya hesap soramaz. Ben bunu çok önemserim, usta istiyorsa hatalı olsun. Elbette isyan etmeyen öğrencide de bir terslik vardır çok iyi geçinmek sahtedir. Zaman konusunda ise görecelilik vardır, bazen zaman çok hızlı akar ve sen bir dersi iki saat yaparsın kimsenin haberi olmaz, öğrenci bile fark etmez… Bazen de 15-20 dakika ders geçmek bilmez… O yüzden saygı sevgi çerçevesi içerisinde her şeyin katlanılabilir olduğu ve beklemenin de bir ödülü olduğu dersler yaptım ben her zaman. Beklendi ama ödülü de büyük oldu, beklemeyenler ise maalesef ne kaybettiklerini dahi fark etmediler.
Ö.: Hiçbir zaman hazır öğrenci aramadınız, kişiyi eğitilebilir hale getirmek ilk işiniz oldu. Benim işim flüt gerisi ile ilgilenmem, öğrenebilen öğrensin demediniz, bizzat tecrübe ve şahitlik etmiş bir öğrenciniz olarak söylüyorum bunları. Hem madenden kömür çıkarttınız hem de o kömürleri pırlantaya dönüştürdünüz, ne kadar teşekkür etsek az…
A.: İnan ki kimin iyi çaldığı, kimin kötü çaldığı, kimin neyi çaldığı değil de, daha çok kimin hangi erişkinlik düzeyine geldiği, hangi kişilik düzeyini kazandığı ve hayatını nasıl güzel yönlendirebildiği önemli. Yoksa herkes bir şeyler, koca koca eserler çalar ama sonunda kişinin vardığı yere bakıyorum ben. Esas olan nedir ki? Hayatta esas olan mesleklerimiz mi, yoksa biz miyiz? Buna karar vermemiz gerekiyor…
Anıl Akbulut – Özgür Özmel
25 Şubat 2021, Eskişehir
Yazarlar Anıl Bilbaşar Akbulut; Mail : anilbilbasar@mynet.comFacebook: Anıl AkbulutInstagram: anilbilbaar2001 Özgür Özmel; Mail : ozgurozmel@gmail.comLinkedln. : Özgür ÖzmelInstagram: ozgur.ozmel
Konuk yazar olarak yazılarınızı gönderebilirsiniz.
Email:
Instagram:
https://www.instagram.com/_mehmetbar_/
LinkedIn:
https://tr.linkedin.com/in/mehmet-bar-6772a3103
Youtube:
https://www.youtube.com/channel/UC3WsEZRLD3NcntiaheLsJ-A?view_as=subscriber