Lise yıllarına gidelim.. teneffüs ve öğle molalarında herkesin keyif aldığı birkaç aktivite vardır. Benimki zil çalınca bahçeye çıkıp gözüme kestirdiğim birilerinin yanına gidip konuşmaktı. Bunun nesi garip diyeceksiniz. Fakat tanımadığınız bir tipin yanınıza gelip ‘’sen hiç çelişkiye düştün mü? Çelişmezlik doğruluğun belirtisi midir, neden? Sorularını size yönelttiğini düşünün. Gerçeklik ve doğruluğa insani dayanak arayan ben, rastgele seçerdim konuşacağım kişileri.. e dolayısıyla okulun etrafında gezip güzel havanın tadını çıkarmak yerine başımı kaç defa belaya sokmuşumdur tahmin edersiniz.
Şimdi felsefe derslerine giriyorum. Ta o zaman sorduğum soruları öğrencilerime yöneltiyorum. 2500 yıllık felsefe zaten. Sorular aynı cevaplar ise hep farklı. İşte bu daha insani geliyor bana. Ne kadar insan varsa o kadar felsefe var. Felsefe ezber işi değil, yaparken öğrenilir. En çok da çocukken.
Çocukken meraklının önde gideniydim. Babama ve anneme bıktırırcasına sorardım. Bu ne, bu ne demek, şurada ne yazıyor…? O nasıl ya…? Filozofun 5 yaşındaki çocuk merakında olması lafını duymuşsunuzdur. Çocuklar sorgular. Anlamaya çalışır. Araştırır. Şüphecilerdir.. bunu yaparken keyif alırlar, keyif almak için yapmazlar ama.
Ortaöğretim dışında ilköğretimdeki çocuklarla da felsefe yapıyorum. Küçük yaş gruplarını bu aktivite sırasında, düşünürlerken izliyorum, konuşurlarken dinliyorum. Genellikle dikkatlerinin çabuk dağılabilmesi, kendi fikirlerini tam olarak ifade edememeleri, başkalarının fikirlerini nadiren umursar görünmeleri…kolaylaştırıcı rehberin jest ve mimiklerine fazla aldırmaları, soyut kavramları somutlaştırmadan pek anlayamamaları…gibi başlangıçta birçok gelişim alanı olmasına rağmen hızlı öğreniyorlar, en azından problemle mücadele ediyorlar. Düşünme ve bununla ilişkili duygu ve davranışı kontrol etmede ilerleme kaydetmeleri, çocuklar için çocuklarla felsefe yapmama değdiğini düşündürüyor. Bazıları gerçekten iyi felsefe yapıyor.
Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez diyen Antik Çağ dâhilerinden filozof Sokrates, çocuklarla ve gençlerle bolca felsefe yaparmış. Yöntemi de şuna benzer bir şeymiş:
Filozof konuşacağı kişinin yanına gidip örneğin ‘cesaret nedir’ gibi bir soru sorar. Kişi bir cevap verir. ‘Cesaret …şudur.’ Yanıt ya yanlış ya da yeterli değildir diyelim. Kişi ‘’sence nedir Sokrates’’ der. Sokrates, yaptığıyla ironi oluşturacak şekilde ,’tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir’ diye cevap verir. Ve karşı taraftan yapılan cesaret tanımına uygun örnek ister. Soru cevap soru cevap soru şeklinde diyalog ilerler. Ve sonunda cesaret ile ilgili doğru ve yeterli yanıt kişinin kendi ağzından dökülür. Kişi şaşkınlık içindedir. Sokrates’in yaptığı fikir doğurtmadır, maiotik deniyor. Sokratik yöntemi ben bugün çocuklarla felsefe yaparken kullanıyorum. Çocuklar karşısında hiçbir şey bilmiyorum. Soruyoruz ve düşünüyoruz birlikte.
Bazen eşitlik ve adaleti temsil eden bir çember oluşturduğumuz oturumlarda çocuklarla tartışmaya farklı açılardan bakabilmek adına hayali muhalefet oluyorum. Bu felsefeyi düz bir soru cevap diyaloğundan ayırıyor. Çünkü farklı görüşlere biraz hakim olmayı gerektiriyor. Daha önce ortaya atılmış fikirleri, sorgulamaları, felsefeleri ve filozofları bilmekten bahsediyorum. Felsefe tarihi hakkında fikrimizin olması çocuklar için çocuklarla felsefe yapmayı genişletip kolaylaştırıyor.
Çocukluğumda biraz daha abur cubur yemek istememin onaylanmaması üzerine olan biteni hatırlıyorum. İstiyordum. Bu, dünyada olma nedenimdi. Çok istiyordum o abur cubur mutluluğun kaynağıydı ve tüm dünya bir olmuş ona ulaşmamı engelliyordu. İyi ama neden? Ne olacaktı? Engel olmaya çalışanlar güvenimi kazanmış da kişilerdi. Bir bildikleri olmalıydı. Peki ya ben neden bu kadar istek duyuyordum, bu ne kadar sürecekti? Arkadaşlarımın da başına bu gelir miydi? Ya da kuzenimin? İnsan bu durumda ne yapmalıydı? Konu abur cubursa yapmaman gereken bir şeyi yapmamayı sürdürmek çok zordu. Yapmamamız gereken şeyler neden vardı, kuralları kim belirliyordu, bunun karşısında tavrım ne olmalıydı? Öfke, üzüntü gibi bir şeyler hissediyorum. Bunlar üzerine de düşünüyorum bir süre. Düşünme üzerine düşününüyordum… Öfkeliyken, üzgünken, engellenmişken düşündüğüm bunlardı. İlginçtir ki sonunda artık anlayıp anlamam da önemli değildi.
Bugün insanların geneli hiç olmadığı kadar hızlı ve yüzeysel. Siz de çocukken üzüldüğünüz, öfkelendiğiniz ya da sizi neşelendiren bir olayı hatırlayın. Yaşadıklarınız ve hissettikleriniz üzerine neler düşündüğünüzü… Bir kere daha derin ve yavaştır her şey. Dünyada sadece bu, sadece bizim başımıza gelen gerçekleşiyor gibidir. Bunun ortasında sorgulayıcı, eleştirel, meraklıyızdır. Üzerine düşünürüz. Sonra bir an düşündüğümüz şey üzerine düşünmeye başlarız. Düşünmeye odaklanırız. Bununla meşgul oluruz, düşünmenin ne ve nasıl olduğuyla… Düşünceler, duygular ve davranışlar birliktedir.
Bu yüzden çocuk insanla derin düşünmek, anlamaya çalışmak, akıl süzgecini kullanmak, duygulardan ve davranıştan arınmış değildir.
Felsefe yaparak, doğamızın parçası düşünmeyle meşgul oluyoruz. Bu doğallık kimisi için keyif, kimisi için daha sonra kullanmak üzere faydaya dönüşür. Nihayetinde felsefede insan için anlam, kavrayış, değişim ve gelişim vardır.
Mehmet Bar