Felsefeyi uygulayabilen ve uygulatabilen insan Metin ile İstanbul Üniversitesi’nin Topluluklarla Felsefe atölye çalışmasından tanışıyoruz. Keyifli bir sohbet gerçekleştirdiğimiz sandığım dersin sonunda bir de baktım ki atölyeye çoktan başlamışız ve soyut bir alanda somut ne de çok şey öğrenmişim.
Kendisi felsefeyi sokağa taşıyan, uygulamalı felsefe üzerine yoğunlaşmış biri… Ağdaş, çağdaş ve bilgi yoldaşı…Anlam sağlıkçısı, kavram yontucusu, bilgi işçisi; eğitim tasarımcısı, kolaylaştırıcı, felsefi danışman! Fakat o, kendisine sadece ”Metin” denmesini yeterli buluyor.
Felsefeyi gündelik yaşama, pratik bir alana taşımak; atölyeler yapmak, seminer ve eğitimler vermek; felsefeleştirel yazılar yazmak; sanatla ve mimarlıkla ilgilenmek; üretmek… onca işinin gücünün arasında seve seve kabul edip sorularıma titizlikle, derinlikli yanıtlar verdiği için kendisine sevgilerimi, saygılarımı, minnet ve teşekkürlerimi sunuyorum. Abarttığımı düşünüyorsanız gelin röportajın tamamını okuyalım; bana hak vereceğinizi ve Metin’i direkt takibe alacağınızı düşünüyorum. İnsanları gerçekten önemsediğinden kendisine ulaşmanız da öyle çok zor olmayacaktır. Bu yüzden yazının sonuna Metin’e ulaşma kanallarını ekledim.
Teşekkürler… keyifli, bilgilendirici bir okuma deneyimi dilerim.
Merhaba Metin, kendinizi hangi 3 kelimeyle/cümleyle tanımlarsınız?
-Felsefeci, kavram yontucusu, eğitim tasarımcısı.
''Kelimelerle değil kavramlarla düşünüyoruz. Okumak, kavramsal gelişim için gerekli ama yeterli değildir. İnsanın yaşantılayarak öğrendiğini düşünüyorum.''
Öyleyse eğitimle başlayabiliriz: Eğitim hayatınıza… liseden başlayarak üniversite, bölüm seçiminize değinebilir misiniz?
Liseye başladığım yıl kitaplarla tanıştım. Yani okumayı öğrenmeye başladım. Bir daha da bırakmadım. Bugünden geriye dönüp baktığımda bana Hayatın kapılarını okumanın açtığını söyleyebilirim. Buradan okumayı fetişleştirdiğim anlaşılmasın. Kelimelerle değil kavramlarla düşünüyoruz. Okumak, kavramsal gelişim için gerekli ama yeterli değildir. İnsanın yaşantılayarak öğrendiğini düşünüyorum.
Lisede beyaz dizilerle başladığım okuma, belki de doğası gereği beni nitelikli metinlere yöneltti. Dünya klasikleri yanında felsefeyle tanıştım. Felsefeyle tanışmam Platon’un talihsiz biçimde dilimizde Devlet diye çevirilen Politeia adlı kitabıyla oldu. 1989’du. Büyülendim. Büyülendiğim düşünmenin özel bir türü olan kavramsal düşünmeyle tanışmam olduğunu çok sonraları anladım. O esnada anladığımı değil ama sezdiğimi söyleyebilirim. Bilge Karasu, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nda “Anlamaktan sonra gelen bir hal vardı: Kavramak. Anladığının bütün ağırlığını beyninde duymak, ellerinde, kollarında, damarlarında duymak.” diyor. Henüz bırakın kavramayı, anlama dahi gerçekleşmemişti. O nedenle damağımda henüz anlamlandıramadığım bir tat bırakmıştı Platon’un seslendiği Sokrates’in sözleri.
Lise biterken üniversiteye hazırlandım. Tercihlerde hiç sakınmadan felsefeyi yazdım. Hatta arkadaşlarım, ailem, dershane ve okuldaki öğretmenlerim ittifak halinde beni vazgeçirmek için uğraştılar. Üstelik birbirinden habersiz biçimde. O çocuk halimle nasıl cüret ettiğime hala şaşarım. O yaştaki birinin herkesi karşısına alması hiç de kolay değil ahlakçı, tahakkumcu bir toplumda.
Üniversiteye istediğiniz bir bölüme girdiniz, peki orası? Üniversite hayatınız, staj ve ilk mesleki deneyimleriniz nasıldı?
”Akademisyen olacaktım. Tek hedefim bu idi. Sonra ruhumun derinliklerinde murad ettiğim bambaşka yollar varmış.”
Felsefeyi akademide okumak, sığ ortaöğretim ortamının ardından vaha gibi geldi. Ciğerlerime çekebildiğimce bilgileri, bakışları çekmek için uğraştım. Okumadığım zamanlar sanki israf oluyordu. Propagandaları tıkarak doldurdukları ruhum da bedenim de her zaman kusardı ama yine de öyle çok şey kalmıştı ki her bilgi ile onları bilincimden temizliyordum. Temizledikçe de hafifliyor, özgürleşiyordum.
Hacettepe’de çok şanslı idim. Çünkü en başta İoanna Kuçuradi ilk sömestreden itibaren derslerimize girdi. Yüksek lisansta da. Sonra, az önce kavramakla ilgili sözünü alıntıladığım Bilge Karasu! Bilge Hoca mantık dersi verirdi zorunlu dersler arasında ama seçmeli olarak “Metin Okuma ve Yazma” dersi, benim için okul içinde okuldu. Okuma ve yazma eylemini daha doğrusu kültürünü Bige Hoca’dan öğrendim diyebilirim… 1995’te kaybettik. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Akademisyen olacaktım. Tek hedefim bu idi. Sonra ruhumun derinliklerinde murad ettiğim bambaşka yollar varmış. Sonradan öğrendim, hala öğreniyorum. Yolculuk sürüyor. Yüksek lisanstan sonra öğretmenlik yaptım çeşitli kurslarda. Pek çok farklı işle uğraştım. 2006’da yeniden eğitimciliğe döndüm. 16 yıldır eşzamanlı farklı işler de yapsam eğitimin içindeyim.
İş hayatınız başladığı gibi sürmemiş anlaşılan, şu an yaptığınız iş, başlamayı planladığınız iş değil öyleyse?
-Atipik diyebilirim. 1990’larda kitapların içinde yaşarken yazarların, filozofların biyografilerinden söz edilirdi. Ben de anlamazdım. “Ne önemi var ki biyografinin!” der dururdum. Henüz bir biyografim yokmuş. İnsanı inşa eden yaşamı. Tanıklıkları. Bunu zamanla anlamaya başladım. Hala anlamak için çabalıyorum. Solon’un dediği gibi “İhtiyarlıyarak öğreniyorum.” Atipik dedim çünkü birbirinden çok farklı işler yaptım. Tarım işçiliğinden, kereste atölyesinde sandık çakmaya, kamyon şoförlüğünden reklamcılığa, metin yazarlığına, araştırmacılığa, ithalat-ihracata…
İş hayatının ruhuma uygun olmadığını anlamam 10 yıl sürdü. İnsanların anlama eşiklerinin farklı olduğu pek çoğumuzun ayırdında olmadığı bir Hakikat, üstelik kurumların da, okullar dahil. Şu anda odağımda uygulamalı felsefe var. Hayatın kendi akağımızı arama yolculuğuna inanıyorum. Ben de 10 yıllık arayışın, yolculuğun ardından felsefeye döndüm. Kısa bir süre sonra da yolculuğumdaki birikimi felsefeyle harmanlayıp dalacağım cangılın fenerine dönüştürdüm. Bana yolu/mu açan işte bu harman. Artık cangılda bir patikam var diyebilirim. Muradım patikayı kamusallaştırmak. Keşfettiklerimi “copyleft” bir yerden bakarak daha çok insanın yani Yaşamın, Logosun hizmetine sunmak.
2010’da SAS kısaltmasıyla Sınıf Arkadaşım Sokrates adında bir proje geliştirdik birkaç felsefeci, eğitimci arkadaşımla birlikte. İki yılı aşkın zaman Çocuklarla Felsefeyi anlatmaya çalıştık. Kavramı olmayan bir şeyi anlatmanın güçlüğünü yaşayan herkes gibi biz de büyük emekler vererek geliştirdiğimiz projeyi hayata geçiremedik.
Hiçbir şey boşa gitmiyor şu Hayatta. 2012’de Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Türkiye ayağı olan Şeffaflık Derneği’nde “Etik Çocuk – Değerler Eğitimi İçin Bir Klavuz Denemesi” adlı projeyi yaptım. Projenin çıktılarından biri olan kitap ağlararası (internet) ortamda pdf biçiminde erişilebilir durumda.
2006’da Brigitte Labbé’nin yazdığı Jacques Azam’ın resimlediği “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisi 2012-2013’te Türkçeye çevirildi. Yarattığı etkiyle Çocuklarla Felsefeye yer açıldı ve bugüne giden yolun taşları döşenmiş oldu.
2014’te Uygulamalı Felsefe (Çocuklarla, topluluklarla felsefe, felsefi danışmanlık) alanına içerikler üreten, bu alanda eğitim ve danışmanlık hizmetleri vermek amacıyla Türkiye’de ilk kurum olan Opus Noesis‘in kurdum. 2014’ten bu yana bu bakışın ya kavrayışın Hayatta kendine yer açması için çalışıyoruz.
''Filozofları kavram yontucuları olarak görürüm.''
Çocuklarla/Topluluklarla Felsefe alanında Türkiye’de ilk kurum olan Opus Noesis’in kurduğunuzu söylediniz, felsefe tam olarak ne anlama geliyor sizin için? Ayrıca çocuklarla felsefe?
-Her filozof kendince yanıtlar bu soruyu. Felsefenin doğasından kaynaklanır. Çokça alıntılanan tanımlar vardır. Ben de sıkça kullanırım. Sokrates’in “Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir.” ile hocam İoanna Kuçuradi’nin “Felsefe, imkanın bilgisidir, böyle de bakılabilir.” sözü dolayımıyla sorunuza yanıt verebilirim. Alıntılar, meramımızı anlatır. Pek güzel anlatır üstelik. Kendi dilimle anlam evreni keşfi.
Filozofları kavram yontucuları olarak görürüm. İçinde yaşadığımız anlam evrenini forma sokarlar. Form, Aristoteles’in “form”, Platon’un “idea” dediği şey. Olguları düşünebilmemizin yolu kavramlardan geçiyor. Filozoflar işte düşünmemizin araçları olan kavramları birer araç olarak bizim için yontarlar, kullanılabilir hale getirirler.
Çocuklarla felsefeye gelince… Modalaşmaya kuşkuyla yaklaşır, mesafeli davranırım. Moda, sığlaştırır. Doğası odur çünkü. Bir şeyin modalaşması, sığlaşmasıdır aynı zamanda. Modalaşma, olguyu gündeme getirir, dolaşımdaki anaakım kavrayışların harmanına dahil eder. Bu da az şey değil. Filozoflar, sıklıkla “fildişi kuleler(in)de olmak”la itham edilir. Her şeyin nasıl doğası varsa felsefenin de var. Bu, onu ne kıymetli/kıymetsiz ne de yüce kılar. Hayat, her ne varsa hepsinin bir araya gelmesiyle oluşan ana örgüdür kanımca. Felsefe de olsa olsa bu örgünün sonsuz öğesinden yalnızca biridir.
Çocuklarla felsefenin, tercih ettiğim haliyle “topluluklarla felsefe”nin benim için anlamı geleneksel yani endüstri devrimiyle başlayan eğitimin küresel anlamda girdiği krizde ihtiyaç duyduğumuz bir bakışlardan, yaklaşımlardan, anlayışlardan, çözümlerden biri.
Ezginin Günlüğü’nin bestelediği Nazım Hikmet’in “Seni Düşünmek” şiiriyle anlatmaya çalışayım:
Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum…
Birkaç dakika ara verip şarkının bir versiyonunu dinlemek isterseniz buyurun, yok derseniz devam edebiliriz…
Günümüz özneleri artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorlar. Geleneksel eğitim, her birimizi ideolojik endokrinasyonla kendine benzetmek, nesneleştirmek, araçlaştırmak eğiliminde. Oysa bir anlam evrenine yani dile, dilin taşıdığı kültüre doğuyoruz her birimiz. O dilde yaşıyoruz. Topluluklarla Felsefe, dilimizi açığa vurmamıza imkan sağlıyor. Bu açığa vuruşlar neticesinde “anlam sağlığı”mız iyileşiyor. Kanımca Hayat, anlam sağlığı arama yolculuğu.
Göreli anlamda bütünlüklü, tutarlı bir anlam evreni içinde yaşayabildiğimiz, cangılda öznesi olduğumuz patikayı ya da patikaları açabildiğimiz ölçüde özneleşiyor, özgürleşiyoruz. Özümüzü gürletebiliyor, topluluklarda yani toplumsal yaşamda kendimize yer açabiliyoruz. Özgürleştikçe kişileşiyoruz. Kişiler, kişi olmakları bakımından nesneleştirilemezler. İnancım o ki 10 Ekim 2015’te Ankara Garı’nda 109 kişinin ölümüne neden olan iki canlı bomba ile Hiroşima’ya atom bombasını atan Enola Gay adı verilen uçağın ekibi (Uçağın birinci pilotu Paul Tibbets’in annesinin ismi -Enola Gay- verilir B 29 tipi bombardıman uçağına. Uçakta Paul Tibbets, yardımcı pilot Robert Lewis, bomba uzmanı Tom Ferebee, rota sorumlusu Theodore Van Kirk ve uçuş mühendisi Wyatt Duzenbury’un dışında Albay William Parsons ile nükleer fizik profesörü Dr. Norman Ramsey de vardır.) özdeştir. Çünkü tanımadıkları insanları öldürmüşlerdir. İkincisine methiyeler düzülmesi, madalyalarla ödüllendirilmesi olanı değiştirmez. Hiroşima’da bomba atılır atılmaz 66 bin kişi öldü. Bakın, şu soruyu ısrarla, hiç usanmadan soralım: “Bir insan, nasıl olur da tanımadığı insanları katleder?” Ancak bir nesne yani kişi olmaklığını bir yana bırakanlar bu ve benzeri eylemleri yapabilirler. Belli bir düşüncenin celladına dönüşürler. Ve cellatlar, sorumluluk duymazlar. Oysa kişi dediğimiz özne, yaptıklarından sorumludur. Sorumluluktur bir bakıma insanı kişileştiren.
Benim için Topluluklarla ya da Çocuklarla Felsefe kişi olmanın deneyimlediği, kişinin Hayatta kendine yer açmak imkanı bulduğu bir toplumun bir tür simülasyonu olan çember.
Çocuklarla felsefe yapmanın diğer gelişim dönemindekilerle felsefe yapmaktan farkı nedir yani topluluklarla felsefe dediğimizde bambaşka bir şey mi diyoruz?
-Hayır. Kavram temizliği yaparak başlarım kolaylaştırıcı eğitimlerine. Her ne kadar P4C ya da Çocuklar için/ile Felsefe dense de kastedilen Topluluklarla Felsefedir. Bi yöntem var, kimlere, hangi gruplara uygularsanız ki 4 yaşından itibaren her yaş grubuna her türden topluluğa pekala uygulayabilirsiniz. Lakin kimlerle atölye yapacaksanız o kitlenin etnografyasını yani anlam dünyasını bilmeniz beklenir. Değilse hangi uyaran yani hikaye, gazete haberi, fotograf, deyim, atasözü, şiir, şarkı vb. üzerinden bağ kuracaksınız ki!
Felsefe sizce bir kariyer hedefi olabilir mi?
-Kariyer, sorunlu bir kavram. Hayatı lineer yani doğrusal görmek var içinde oysa öyle değil. Felsefe, bir tür araç, anlama aracı. O nedenle meslek değil. 25 yıldır sıfatım “felsefeci” üstelik “uzman felsefeci” ama nedense şimdiye değin hiçbir formda mesleğiniz kategorisi altında “felsefeci” seçeneğine rastlamadım. Dilde yoksa yoktur. Dil, anlam evrenimizse, içinde yaşıyorsak verili gerçeklik olarak bunu almak sorumluğulumuz. Felsefe okuyunca kişi eğitimci, öğretmen, atölyeci, akademisyen, danışman vb. olabilir. Felsefe bilgisi, özel türden bir bakış kazanmamızı sağlar. Bu da her ne yapıyorsak farklı bir boyut kazandırarak zenginleştirir bizi, yaptığımız işi derinleştirerek özgülleştirir. Özetle doğrudan değil belki ama dolaylı olarak “evet” diye yanıt verilebilir sorunuza.
Sizi etkileyen tavsiye etmek istediğiniz rol model, kitap, film ya da benzeri neler var?
-Her gün sonsuz uyaranın içinde nefes alıyoruz. Tanıklıklarımız var. Her birimiz, bu sonsuz evrende genellikle farklı şeyler görüyoruz. Etkileniyoruz. Kendimizi dinlemenin ama dünyaya açık olarak dinlemenin anlamlı olduğu kanaatindeyim. Dünyaya açıksak etkilenmemiz değil etkileşmememiz mümkün değildir. Damağımızda tat bırakanları arama yolculuğu olduğuna inanıyorum Hayatın. Ve tat aramak, arzuya içkin. Arzu ise enerjiye. Aramanın sonsuzluğuyla tanışmak ise özgürlük. Arayalım. Arayışlara kötücüllük yüklemeyelim bilakis destekleyelim. Çünkü kişiler, arayışların/ın ürünü olabilirler. Barışı retorikten öte istiyorsak kişileşmeyi yaratacak işte bu arayışları desteklemek, kişi olarak da arayışta -sonsuzluğuna rağmen- ısrar etmek.
Eklemek istedikleriniz?
”Özgürlük, bize Hakikate giden yolu açar. Özgürlük, bu nedenle o murad ettiğimiz Barıştır.”
–Sormanın, aramanın, farklılaşmanın sıklıkla cemaatperver kavrayışsızlıklarca yadırgandığına tanık oluruz. Bir ilke olarak anlam aramanın Dünyayı, Yaşanabilir kıldığına inanırım. Sokrates’in sözüyle bitirelim: “Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez.” Yukarıda andığım kişiler, katliamların failleri, o eylemleri gerçekleştiren cellatlar değil, toplumsal, kitlesel kavrayışımız. Sokrates, “Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz. İnsanlar, bilmedikleri için kötüdürler.” diyor. Enola Gay uçağında yer alanlar, yalnızca yarım saat yapacakları eylem yani Hiroşima’ya atom bombası atma üzerine felsefe atölyesi yapsalardı ya da felsefece düşünselerdi ne o felaket olurdu ne bugün Rusya’nın Ukrayna işgali ne de bu işgal dolayımıyla yeniden gündemimize gelen atom bombası kabusu. Özgürlük, bize Hakikate giden yolu açar. Özgürlük, bu nedenle o murad ettiğimiz Barıştır.
”Hayatımızın kaidesi de olan kavramların anlam dünyamızda dört ayağı var: duygu, deneyim, inanç ve bilgi. Bilincimizin hamuru ya da rengi kavramlara yüklediğimiz anlamlardır diye düşünürüm. Uygulamalı Felsefe, işte bunları keşif yolculuğudur aynı zamanda. Bu yöntemle biz, kavram temizliği yapar, anlam sağlığımızı iyileştirir; bunların doğal sonucu olarak da doğru yani yine Sokratesçe söylersek ‘yaşanmaya değer bir hayat’ yaşarız.”
Felsefe, bir anlamda o Barışın temel anahtarlarından biri kanımca. Çünkü bu yöntem, insanın kendi ruhuyla uyum içinde olan göreli tutarlılığa sahip anlam evreni, anlam dünyası yaratabilmesinin, ki bu evrenin içinde yaşarız, yol açıcı –yol gösterici demiyorum– araçlarından biridir. Kim olduğumuzun keşfi, bir yaratım sürecidir; Çocuklarla/Topluluklarla Felsefe, bu keşfi olanaklı kılan yollardan biridir. Hepimiz düşünürüz. Anlam arar, yaratır, paylaşır, büyütür, bunlar için mücadele eder, içinde yaşarız. Anlam dünyamızı ören kavramlar arasında gerekçelendirilmiş göreli bütünlük sağlayamazsak Sokratesçe söylersek doğru bir yaşam sürmemiz beklenemez. Bilincimiz, yaşantılarımızın yani Yaşamımızın türevi. Eylemlerimizin temelinde kavramlar yer alır. Her ne yaşarsak, her neye tanık olursak bunu anlamlandırmamızı sağlar kavramlarımız. Kavramların içeriklerini yaşarız. Hayatımızın kaidesi de olan kavramların anlam dünyamızda dört ayağı var: duygu, deneyim, inanç ve bilgi. Bilincimizin hamuru ya da rengi kavramlara yüklediğimiz anlamlardır diye düşünürüm. Uygulamalı Felsefe, işte bunları keşif yolculuğudur aynı zamanda. Bu yöntemle biz, kavram temizliği yapar, anlam sağlığımızı iyileştirir; bunların doğal sonucu olarak da doğru yani yine Sokratesçe söylersek “yaşanmaya değer bir hayat” yaşarız.
Söyleşi için teşekkür ederim. Logosunuza sağlık… Beni şidmiye değin tanışmadığım her biri eşsiz Logoslarla tanıştırdığınız için…
Barışla, Yaşamla…
Metin V. Bayrak
Teşekkürler Metin, iyi ki varsın. Sevgi ve saygıyla.
Metin’e ulaşabilirsiniz:
metinbayrak@gmail.com
https://instagram.com/metin.v.bayrak?igshid=YmMyMTA2M2Y=
https://www.linkedin.com/in/metin-v-bayrak-66602a35/?originalSubdomain=tr