Kitap Müzesi’nden
Bir Kitap Bir Paragraf
” Her bir insanın hikayesi, bizi kendi başımızdan geçen olaylar kadar ilgilendirirdi. Yeter ki kendi gerçekliği içinde kavransın. Her hikaye, sonuçta insan varoluşunun bir hikayesi değil miydi? Ve akıp giden hayatın? ”
Serenad hem Türkiye, Almanya, İngiltere, Rusya, Romanya gibi ülkelerin adının geçtiği tarihsel-politik olaylara değinen hem de ilişkileri ve aşkı anlatan bir roman.
Yazar’ın kadın baş karakter olan Maya Duran’ı kitap boyunca müthiş tasvir ettiğini, kadının toplumdaki konumuna; toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine; bireye, çifte, aileye, toplumsal gruplara ve uluslara bir kadının gözünden barışçıl ve insan merkezli eğildiğini görüyoruz.
Kitabın alt metinlerinde Sosyal psikolojide yer alan stereotipleştirme eleştirisi de göze çarpıyor. (Stereotip, sosyal psikolojide belirli birey türleri veya belli davranış biçimleri hakkında yaygın olarak benimsenen herhangi bir düşüncedir. (Vikipedia ) ) Kabaca, bir insan Türkse şöyledir, Alman ya da Amerikalıysa böyledir, şu şekilde davranır demek oluyor. İşte kitapta ön yargıların ve kalıp yargıların kırılmaya çalışıldığını görüyoruz.
Serenad (Serenad für Nadia) hikayesi İstanbul, Bodrum, Bad Arolsen ve Boston’da geçiyor: İstanbul Üniversitesi’ne konuşma yapmak için dünyaca ünlü bir Hukuk profesörü olan, 87 yaşındaki Alman asıllı Amerikalı Maximilian Wagner gelir. Onu girişken, adil, merhametli, meraklı ve araştırmacı bir karaktere sahip olan halka ilişkiler memuru Maya karşılar. Profesör üniversitede büyük bir kalabalığa ‘Önyargıların Çatışması’ isimli etkileyici bolca alkış alan konuşmasını yapar. Fakat Max’ı Türkiye’ye sadece bu konuşma değil 60 yıl önceki aşkı getirmiştir.
Zülfü Livaneli ile 2011’de, Cumhuriyet gazetesinde, kitap üzerine yapılan röportajda şunlar yazıyor: ”60 yıllık aşkının izini sürmek için profesörün İstanbul’a gelmesi, hem kendi hem de Maya’nın aile sırlarını ortaya çıkarmakla kalmıyor, 2. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımı, Ermeni ve Kürt sorununun yanı sıra Struma ve Mavi Alay facialarında hayatını kaybedenlerin hikayelerini de gözler önüne seriyor.”
…Max, zamanında Nazi Almanyası politikalarını eleştirmiştir. Aşık olduğu Nadia ise bir Yahudidir. Birlikte Türkiye’ye gelmek için yola çıkarlar (O dönem Einstein’ın da aralarında bulunduğu 100 kadar eğitimci-bilim insanı ülkemize giriş yapmak istemiş ve Atatürk’ün etkisiyle gelebilmişlerdir.) Fakat işler farklı gelişir ve bizler Struma adlı gemide sonlanan/sonlanamayan bu birlikteliği dair hikayeyi kulaklarımızda Nadia için yazılmış bir Serenad eşliğinde okuruz. Maya’nın Max’a kanının kaynaması ona sonuna kadar destek olmasını kendi atalarının farklı saflarda olmakla birlikte benzer hikayeler yaşamasına da bağlıyoruz..
Maya kendinin de dahil olduğu 4 kadının (Maya, Ayşe, Mari, Nadia) başkaldırışı olarak niteler durumu ve yaşanılan bu acıları araştırmak, gerçekleri öğrenmek ve paylaşmak ister. Ama bu kolay olmayacaktır…
İyimserle Kötümser
”Kötümser, ‘İşler daha kötü olamaz’ diye feryat ederken, iyimser, ‘Olabilir, daha kötü de olabilir’ dermiş. Şimdi söyle bakalım. Sen iyimser misin, kötümser mi?” Maya Duran, Serenad
İyi okumalar.
Mehmet Bar