Saçma Bir Yaz Günü

Kurmaca Öykü, 2016,

Pazar Okuması

Saçma Bir Yaz Günü

Agoradayım. Ağustos ayı. Öğlen.
   Park halindeki taşıtlar yüzünden iyice daralmış caddenin bir tarafında  fırsat kolluyorum. Arkamdaki kaldırım vahşi dere yatağı. Su gibi insan akıyor. Ayağımı o yana bir daldırsam kapılıveririm akıntıya. Aman diyim. Dur. 

Bu gürültü ne? Bin sesli orkestranın ayarı bozuk enstrumanları gibiyiz. Kafam davul. Ahenkten yoksun açık hava konseri veriyoruz.  Seyirci de biziz. Eve dönmek istiyorum. Biletimi iade edebilir miyim?   

Belediye otobüslerinin ve taksilerin müsaade ettiği bir saniyeyi yakaladığım gibi koşuyorum. Tamam. Karşıya geçmeyi başardım. Hızlı adımlarla ilk sokağa giriyorum. Alnımın terini silip yavaş yavaş adımlarımı kısıyorum. Şehri henüz planlamamışlar. Bütün sokaklar sarmaş dolaş, kör düğüm. Fakat temiz. İçe doğru ses azalarak bitiyor.Bu saatte Güneş apartmanların rengini bir ton açıyor. Balkonlar elinin tersiyle öteliyor sıcaklığı. Burnumdaki kılcal damarlar yanıyor. Herhangi bir koku duymuyorum. Neredeyse hiç insan yok. Buhar olmuşlardır. Fırın sokakta taş ev bakıyorum sanki. Sahibinden bulsam iyiydi evi. Bi tane bile bakamadan sıkıldım, yoruldum. Neyse benimkinin sözleşmesinin bitmesine bir ay var. Hem acelem ne? İnternetten bakmalı. Belli olmaz bu işler. Öf.    

Kedinin biri kendi kadar bir gölgede mest olmuş. Yanına uzanasım geldi. Telefonu çıkarıp bir dakika kameraya alıyorum. Kedi videolarının stresi azaltan bir etkisi varmış. Ama ‘videoları’nın. Sonra bakarım.      

50 metre ötedeki markete girip bir ice tea alıyorum. Kapağı açarken kulağıma yaklaştırıp boğazımın kuruluğunu gidereceğimi kendime önceden haber veriyorum. Yok yok şaka, bu ses kızgın asfaltlardan serin yaylalara daldırıyor adeta beni. Hemen karşıdaki alçak bahçe duvarına yol alıp oturuyorum. Mütahitlerin hediyesi yapay gölgesi var. Bir sigara yakıyorum. Ne çok bina… Daha da yapılıyor. Devrin sektörü yapmış sellektörü üzerimize geliyor. Nefesimizi kesip biçiyor.
   

Şuna bak sokakta tek çocuk  bulamazsın. Ya kreşte ya avmde. Benim olsa ben de çıkarmam. Tek çocuk sokakta ne yapsın?     

5. katta bi abla çamaşır seriyor. Belli ki kurutma makinası hala yok. Fiyatlar düşmeden o düşmese.  

Yaşlı biri, emekli sanırım, köpek gezdiriyor. Ofiste çalışan kızıyla damadı çocuk yapmayı bir süre daha erteleyip pet shoptan almışlar. Tasması gevşek olabilir ama kuduz değildir herhalde. Sahibinden göreceği sevgi mesai bitimi saatine ayarlı köpekgillerin maması önüne gelir. Bakamayacaksan alma.   

Ne kurdum ben de iki dakikada. Oturduğum yerde duyarlı oldum. Sosyal medya atarı yapıyorum sağa sola, içimden. Niyet de önemli fakat.  

Bir polis arabası sokağın başından dönüp yavaşça önümden geçiyor. N’apıyorum ben burada hakikaten.. Boş boş (!) Şüpheli miyim neyim?   

Kalkıp yürüyorum. Kitap da var yanımda, bir kafede oturayım bari. 20 dakika sonra.. fırsat buldukça uğradığım, görsellerinden bildiğim fransız kafelerini andıran, dükkana varıyorum. Ön bahçeden girip asma kat basamaklarını pas geçiyorum. Salondan sigara içilebilen arka bölüme ulaşıyorum. Burasının tavanı açmalılardan, havadar yani.   

Bol dövmeli garsona selam çaktıktan sonra, kahve alabilir miyim deyip en dipteki sandalyelere ulaşıyorum. Duvara karşı oturuyorum. Masamı hazırlıyorum. Telefon, çakmak, sigara, kitap… oh kahve de geldi. Bütün bunları kadraja alacak şekilde bir selfi çekip ‘bazılarına klişe değişilmez bişe’ diye yazıp instagram hesabımda paylaşıyorum.   

Birkaç sayfa kitap okuduktan sonra iletime yapılan yorumlara ve kimlerin beğendiğine bakıyorum. Akabinde evcil hayvan videoları, doğa resimleri, bebek fotoları, reklamlar… yarım saatte bir sürü şey görüyorum. Bilgiyle doluyor her yanım. Az sonra unutacağım.   

Anneannemi son gördüğümde ‘eskiden bebekler neredeyse 40 günü doldurmadan gözlerini açmazdı, şimdi ilk haftadan gözler fal taşı’ demişti. Görmeye çok erken başlıyorlar. Yeri geldi diye söyledim.   

Swarmdan da yer bildirimi yapıyorum: ‘Tanrı misafiri kabul edilir.’ Bi gören olur da uğrar laflarız. 

Bir kahve daha istiyorum. Biraz daha okuyorum.  Gelen giden yok. Akşam oldu. Acıktım. Evde yerim. Eşyalarımı topluyorum. Hesabı ödeyip kalkıyorum. Eve girdiğimde direkt tuvalete uğruyorum. Tuvaletimi mobil telefonum sayesinde keyifle yapıyorum. 20 dakika sürüyor. Burnumu hissediyorum şimdi. Oradan çıkıp mutfağa giriyorum. Dondurulmuş besinlerden birini mikrodalgada 3 dakikada pişiriyorum. Yemeğimle salona geçip lcd tvnin karşısına kuruluyorum. Haber saati.  

 
Var olmak kolay da var kalmak zor. Bugün başıma bir şey gelmedi diye buruk bir sevinç duyuyorum. Onlarca kanalda yarışma, evlilik ve yemek programı, futbol, savaş, yerli diziler, dublaj filmler, göç, belgeseller, erotik şeyler, video klipler, reklamlar… ve tabi bunlar; Uzaylılar, Dünyalılar, Güneyliler, Kuzeyliler, Doğulular, Batılılar, Muhafazakarlar, Ulusalcılar, Azınlıklar, Şucular, Bucular  ve hem hepsi olanlar hem hiç biri olmayanlar için. Duygu durumunuza uygun herhangi bi şeyi bulabilir ya da durduk yere çeşit çeşit duygulanabilirsiniz.

Hepsinden biraz izleyip kapatıyorum. Gece yarısı olmuş. Kendimi de kapatayım, sabah açarım. Ha unutmadan, bugün evden hiç çıkmadım aslında. Herkesin bir fobisi vardır. Benimki de Agora. Yarın belki çıkabilirim. Denerim. Olmadı yine yazarım. Hayal etmesi de güzel. Yarın yeni bir gün.

“Agoraphobia”, 2013, Other/ Multi disciplinary, collage

Mehmet Bar

Kurmaca Öykü/ Saçma Bir Yaz Günü, 2016

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.